Ana Sayfa > Gündem > Önce Ergenekon’dan çıkış, Sonra Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı Resmi Dili ve Kürtçe Eğitimi Üzerine

Önce Ergenekon’dan çıkış, Sonra Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı Resmi Dili ve Kürtçe Eğitimi Üzerine

Bu site kurulalı epey bir zaman oldu, ama henüz beklediğimiz heyecanı verecek okuyucu teşvikine ulaşamadık. Nihayetinde, zihinsel bir emek harcayarak yazılan bir yazının, olumlu veya olumsuz tenkit edilmesi, en azından yazının dikkat çektiğini gösteriyor ve insanda yeni bir yazı heyecanı uyandırıyor. Türkiye’deki tartışmalar öyle bir hal almış ki tamamıyla iki tarafta sınıflandırılabilecek gazetelerin, onların köşe yazarlarının, izlenebilir tartışma programı yapan televizyoncuların,  yel gibi gelip geçen fikirleriyle yapılıyor. Fikir deyince lütfen yanlış anlamayın tefekkür fukaralarının mütefekkir bozması olarak gazete ve televizyonu işgal etmesiyle ortaya çıkmış bir düşünme biçiminin neticesinden bahsediyorum. Kelime fakirliğimizden dolayı da mecburen buna fikir diyorum. Kabul etmek gerekir ki bu fikirlerin bir futbol yorumcusunun futbol oyunu üzerine düşündüğü kadar düşünülmüş olduğu aşikâr. Topa vurmayı bilmeyenlerin futbol yorumu yapması beni her zaman şaşırtmıştır bunu da hazır fırsat bulmuşken burada belirtmek istiyorum.

En son “Ölüm Senin Neyin Olur ki” adıyla yazdığımız bir şiir kitabı incelemesi görünürde okunmamış olsa da bu yazıyla hislerimizi dışa vurduğumuz için bir manevi haz duyduk. Ondan önceki yazımız “Örgüt Üretme Çiftliği” adıyla yayımlandı ve yazdıklarımızın arasından okunduğuna dair izler yazının ardından gelen trajikomik yorumlarla anlaşıldı. Hayati Yumurtacı adıyla yazan okurun yazılarının mantıklılığı da beni gerçekten şaşırttı. Bu konulara itidalli yaklaşabilen az sayıda insandan biri de oymuş demek ki. Yalnız Alp Menemenci’ ye yumurtasız menemenden bahsedince ortalık bir kalem savaşına dönüşmüştü. Anlaşılan meseleleri açık yazmamıza rağmen bazı okuyucular kesin inançlarını bizimle paylaşmak istediler. Paylaşmaya amenna, ama onların kesin inançlarına iman etmeye bizim bir tek kesin inancımız olduğu için imanımız müsaade etmiyor. Allah karşımızdaki kim olursa olsun bizi adil davranmaktan uzak etmesin. Lütfen bu arkadaşlar bize adil olmayan tenkitlerde bulunurken önceki yazılara da bir zahmet bakıversinler. Bu giriş yazısını okunması aşağıdakilerle birlikte okunması dileğiyle sonlandırırken memleketimizin hızına uluşamadığımız yel gibi gelip geçen tartışmalarına bir nazar edip ardından bir tanesiyle ilgili bazı tespitlerde bulunacağım.

Darbe planları yaparken karşı darbeye uğrayan zevatın geçmişte var olduğu söylenen olağanüstü güçleri hakkında iddialar bitmek tükenmez bilmezken, bunların hapiste tükenmeye müsait olmayanları hastaneleri mahkûmiyet kapısı olarak benimsediler. Bir nevi açık cezaevi. Memlekette birisi mahkûm oldu ya, şeriatı hırsızın elini kesmek, katilin boynunu vurmak, sarhoşu kırbaçlamak gibi sadece cezadan ibaret zanneden şeriat-perver bir grup doğal olarak şeriatın kestiği parmak acımaz efsanesinin savunucusu durumdalar. Şeriatı savunurlar, ama şer’i olmayan bir yargının tutuklu olarak tanımladığı insanları o yargının yasalarını göre mahkûm etmeye dünden heveslidirler. Çünkü kendileri gibi düşünmeyen veya kendilerini muhalif görenlere yakıştırılmış olumsuz her sıfat haktır. Bunların kendinden menkul yargıçlar olarak bilgi ve belgeleri de vardır. Bu bilgi ve belgeleri genellikle okuma- anlama özürlü olduklarından televizyon, gazete ve internet üzerinden edinirler. Aralarından gazeteci-araştırmacı-yazar-stratejist-komplo teorisyeni-tarih uzmanı gibi sıfatlarla sıfatlanmış uyanıklar çıkar ki bunlar okudukları dokümanları seyrettikleriyle birleştirerek kitapçıların çok satan kitaplar rafında duran kitaplara imza atarak büyük gazetecilik ödülüne aday filan olurlar.  Bunlar “öpüşen sultan” gibi filmleri yayınlayan protesto ettikleri kanalları zapın ilk sıralarında tutarlar. Kendileri gibi kesin inançlı kanalları yeterince renkli değildir; ayrıca kanal sayısının çokluğu zapçılık açısından oldukça önemlidir. Gazete sayfaları ve köşeleri resimli yazarlarla dolu ve sayfa sayısı fazla olduğu için daha çok internet üzerinden seçilen kavramlarla tarama haberleri okuyarak oltaya takılan kesin inançlarına inanç katacak haberleri tutarlar. Dün alkış tuttukları yazar hoşlarına gitmeyecek bir yazı yazdığı zaman hemen onu mahkûm ederler. Bu yazar artık derin devletin ve birtakım güçlerin adamı olmuştur. Askerler aleyhindeki her türlü haber ezelden ordu düşmanı olan Marksistlerle kardeş kardeş paylaşılır.

Yukarıda Türkiye’deki beyin fırtınasının birinci ayağını temsil edenlerin dışında, ikinci ayağını fırtınasını kaybetmiş olan ulusalcı diye tabir edilen az düşünür, az okur buna rağmen en çok satan kitapları yazacak bilgi ve birikime vehbi yöntemle ulaşan ayrı bir güruh vardır. Yazılarında şu anda yargılama gücü ellerinde olmadığı için daha çok suçlamayı kullanırlar. Kendilerinden olmayan herkes karşı devrimcidir, onun için bulundukları yerde devrilmeleri gerekir. Devirmek için her yol mübahdır. Sivil devirme güçleri zayıf olduğu için devirme işlerinde orduyla işbirliği yapmak peşindedirler. Her türlü devrimi Atatürk’le ilişkilendirecek ideolojik altyapıya sahiptirler. Atatürk asker olduğuna göre devirme hakkı ordunundur. Devrim Atatürk adına yapılmalıdır. Dolayısıyla devrime karşı çıkan herkes Atatürk düşmanıdır ve bu ülkede yaşamayı haketmemektedirler. Bunların bir kısmı Ankara’nın meşhur Yüksel caddesinde zaman zaman belediye destekli eylem yaparlar. Sabahtan akşama kadar “Uyan uyan Gazi Kemal” çağrılarının yapıldığı türkülerle Atatürk’ün ruhaniyetinden istifade etmeye çalışırlar. Bunlar kendi içinde genellikle iki sınıftan oluşurlar. Birinci sınıf olanları az buçuk burjuvazidir. Ama burjuvazinin zekâ özelliğini göstermezler. İkinci sınıf olanları çok küçük burjuvazidir ki her ikisinin de ortak arzuları büyüyünce büyük burjuvaziye dâhil olmaktır.

Ulusalcıların azbuçuk ve çok küçük burjuvazisinin ortak özelliklerinin bir diğeri, dünya hayatını bir Amerikan oyunu olarak görmeleridir. Gerçek dünya hayatı 1930’lı yıllarda  oynanmıştır. Bu bakımdan şeriat-perver taifenin dünyayı bir Yahudi-Amerikan oyunu zannetmeleriyle benzerlik gösterirler. Yine de her iki tarafta birbirini bu oyunlara alet olmakla suçlarlar.Bir nevi mızıkçılık yaparlar. Ulusalcı azbuçuk burjuvazi, çocuklarını Batı tarzı kolejlerde okutup İngilizce öğrenmeleri, yüksek lisans ve doktoraları için yurtdışını seçmeleri konusunda idealisttirler. Böylece Amerikan koleji çocuklarının hamburger yerken çıkardıkları kahrolsun Amerika ve onun yerli işbirlikçileri şeklindeki sloganlarını Marksist grupların liboşlaşmayanlarıyla paylaşırlar. Düşmanın görünmeyeni tehlikelidir, gizemlidir ve aynı zamanda bir takım güçlerin oyuncağıdır. “Su uyur karşı devrimci uyumaz” deyimini atasözü olarak kabul edip buradan kaynaklanan imanlarıyla karşı devrimcilerin gizli ajandaların açılmasını Deccalın gelişi gibi bekleyerek inanç boşluklarını doldururlar. Bunun dışında türbelere bez bağlayamadıkları veya dua etmeyi laiklik karşıtı eylem olarak gördükleri için inanç boşluklarının doldurulamayan kısmını bir efsane icat ederek doldurmayı denemişlerdir. Böylece bir çıkış kurtuluş efsanesi olan Ergenekon’un mahiyetini değiştirerek darbe darbeyi yiyenin anında devrilmesi teorisine göre bir altyapı oluşturmuşlardır. Elbette efsanelerin tarihi gerçekle arasındaki bir bağlantı vardır. İyi kötü bir Ergenekon destanımız varken onu da bir takım gibi hep takım halinde hareket eden emellerine alet ederek, oğullarımıza anlatacağımız bir destanı mahvetmişlerdir. Kızlarımız zaten dizi film ve şarkıcı destanlarında kahramanlarını bulmaktadır.

Yukarıda tasvir etmeye çalıştığımız grup tam olarak homojen olmasa da Türkiye’nin aktüel tartışmalarını, uzun zamandan beri bel altında, bel üstünde, yeraltında, yer üstünde taşıyan bu iki sınıfın mensupları yapmaktadır. Yıllardır darbe, karşı devrim,ihanet batmak, bitmek, satılmak ve buna bağlı konular konuşulurken gündeme birden bire futbolla siyaset arasındaki ilişkinin yol açtığı polemikler çıkıverdi. Aynı zamanda sokaklarla öpüşmenin bile artık abesle iştigal etmek olmadığı bir ülkede çevrilen bir dizi filmin seyirciye gönderdiği öpücükleri tarihe ihanet olarak gören bir zihniyet filmi tartışılır hale getirdi. Böylece sanat için her şey yaparım diyen soytarılarla arasında uçurummuş gibi görünen fark esasında müktesebat fukaralığından kaynaklanan bir benzerliğin ifadesi olduğu daha iyi anlaşıldı. Burada bir notta biz düşelim;zengin bir tarihe sahip olduğunu iddia ederken tarihi hadiseleri doğru dürüst filmleştiremeyen bir milletin zamanımızda tarih bilincini oluşturabilecek imkânları artık tükenmiş demektir. Filmini yapamadığın atanın filmini yaparlar ve haremden dışarı namahrem diye çıkamassın.  Çıkılmaz ve tarih bilinci bir yaralı bilince dönüşür, ondan sonra bir halkın modern anlamda millet olamadığını ispat için son yirmi yılda yirmi parçaya bölünmeyi marifetname filmi olarak gösterirler. Muhteşem sultanın bir kadını öpmesine tepki gösteren bir halkın sultanı eşcinsellik gibi toplumda daha aşağılanan bir tercihle bağdaştıran güzel kadına tepki göstermemesiyse akıl almaz bir şey; fakat güzel kadın karşısından duygusal bir eziklik içerisinde olmaları sultanı taklit etmeleriyle ilişkili olabilir. Ya da “beni bir gözleri ahuya zebun etti felek” diyerek güzel kadına laf edememenin sebebini açıklarlar.

Bu tartışmanın hemen ardından aktüel anadil tartışmalarına eklemlenmeye örnek teşkil edecek Osmanlının resmi dili yoktu gibi bir meydan okumayla başlayan tartışmalar belirli unsurlar için birer hacet kapısı olarak göründü. Bu hacet kapısında bekleyenler, Osmanlı birçok dille belge üretti cümlesine atıfta bulunarak etnik milliyetçiliklerine destek sağlayacaklardır. Bunların etkisinde kalmaktan çekinmeyen bir güruhla birlikte etnik milliyetçilerin, Osmanlının ürettiği  belgeleri aramak ve bulamadıkları ve bulamayacakları belgeleri dönemin Ergenekon örgütüyle ilişkilendirme gibi bir girişiminde bulunacakları beklentilerimiz arasındadır. Nitekim bu satırların yazarı yıllar önce Diyarbakır’da bulunan dört milyondan fazla elyazmasının nasıl Dicle’de boğulduğuna inanan Antropoloji alanında doktora yapan bir öğrencinin kesin inançlılığı karşısında uğradığı trajikomik sarsıntıyla bildiklerini birtakım araştırmalar yaparak desteklemek mecburiyetinde kalmıştı. Kesin inançlı arkadaşımız doğunun büyük medreseleri üzerine araştırma yaparak bu medreselerin dünya âleme ne kadar büyük şeyler kazandırmış olduğu hayalinin peşindeydi. Osmanlıdan kalma yazma sayısının toplamının ne olduğunu bilmeyen bu arkadaşımızın para sayar gibi kitap sayması kabul edilir gibi değildi. Bir karşılaştırma olsun diye yazıyorum Milli Kütüphane’nin o yıllarda basılı kitaplarla ilgili rakamı yedi yüz bin civarındaydı..

Kısaca yazacak olursak ortada ehemle mühimi karıştırarak gezinen bir sürü kesin inançlı çılgın var. Bunlar ülkenin manzarasını aktörler vasıtasıyla algılıyor bir film gibi yani.O kadarki başörtüsünü başörtüsüyle okullara giremeyenler dahi bağırlarına taş basarak geri plana atarken, Danıştay adlı yüksek mahkeme memleketin en önemli meselesi olarak hala başörtüsünü görüyor. Hükmetme gücü artıkça demek ki kesin inançlılık artıyor. Memleketin iç politikasının birinci aktörü, seçildikten sonraki kamuoyuna yansıyan varlıkları ancak istisnai bir durum olarak istifa ederlerken ortaya çıkan iktidar milletvekillerinin üstünü karizmasıyla çizmiş bir başbakan olarak görünüyor. Aynı zamanda muhalefet partileri de dâhil muhalif olabilecek her türlü hareketi anında hazırcevaplarıyla yeri geldiğinde azarlarıyla bertaraf edebilecek bir başbakan. Başbakana benzemeye çalışan  bir ana muhalefet partisi lideri ve Abdullah Öcalan diğer aktörler arasında. İster kabul edilsin ister kabul edilmesin resmi hüviyeti terör mahkûmu olan bir kişi iç ve dış politikanın şekillenmesinde rol oynuyor. Böyle bir şey yokmuş gibi davranmak ise siyasetçilerin mahir olduğu davranış biçimi olmuş. Anne bak kral çıplak oyunu terör organizasyonunun siyasal partisi olduğu aşikâr olan bir partinin meşru zeminde demokrasi havarisi olarak tanınmış olmasıyla ayrıca fantastik şekilde sergileniyor. Siyasal alan kendini birdenbire futbol sahasında fanatik taraftar olarak dönüşebiliyor. Bukalemunvari bir siyasetten beklenilebilecek bir pozisyon olsa ki taraftarlar kimin attığı belli olmayan golü beklemeden çekiliyor.

Balkanlardan veya Ortadoğu’dan gelecek yeni bir hava dalgası yel gibi üflenip giden tartışmaları desteklemeye devam ediyor. İşin içine zaman zaman dün kurulmuş üniversiteler de dahil oluyor; şöhret hevesi mi desek zeka ürünü mü desek bu üniversitelerin üzerine tek bir araştırma yapmadıkları dilin lisans düzeyinde öğretimine soyunan rektörlerini hükmen galip ilan etmek lazım. Bir dilin öğretimi sadece o dilin gramer kurallarıyla olmuyor tabiî ki edebiyatıyla o edebiyatın oluştuğu tarihle, kültürle iç içe geçmiş bir yapının bütünü öğretmekle olabilecek bir şeyken, netice özel muayehanelerinde sıkılmış doktor rektörlerin basiretsiz heyecanlarına dönüyor. Elbette art niyetli olmadıkları gibi iyi niyetliler;ama iyi niyet doktordan ziyade hastaya lazım. Doktor işin riskini mahiyetini bütün yönleriyle fark edebilmeli. Lisans seviyesinde öğrenci almadan önce onlara öğretecek hoca namzetlerini o dilin eğitimini almaları için gönderecekleri lisans düzeyinde eğitim yapan üniversite bulmaları gerekiyor. Gerçi lisan-ı Kürdiyle haşir neşir olmuş yazmış çizmiş birtakım insanlara “temin edilmesi güç personel” tanımlamasıyla davette bulunabilirler, ama o zamanda bu işleri bilenlere neden Kürtçe değil de Türkçe yazdıklarını sormaları lazım mesela Mehmet Bayrak’a bunu sorabilirler. Derslerden birinin adı Kürt Tarihi olması lazım o zaman Kürt tarihini Osmanlı-Türk tarihinden nasıl ayıracaklar, Kürt Kültürü diye bir derste modern Kürtlerin kültürel yapısını modern Türklerden nasıl ayıracaklar, Osmanlı ordusundaki Kürt paşaların askeri başarısını Osmanlı ordusundan nasıl ayıracaklar. Ayıramıyorsanız hazır olun bunun basit bir etnoğrafik veya folklorik bir mesele olmadığına. Karşınıza Mahabat Cumhuriyeti, Barzani ve Talabani hareketleri bir tarihi zemin olarak ortaya çıkar. Geçmişe dönerseniz İdris-i Bitlisiyle son bulmuş bir aşiretler hikâyesi bulursunuz. 19.Asra gelindiğinde Osmanlı karşısında savaşanları mı ulusal kahraman yapacaksınız yoksa Osmanlı idaresi için savaşlarımı ulusal kahraman yapacaksınız. Ne yazık ki tarih kahramansız yazılmıyor. Yirminci asra gelindiğinde Osmanlı ordusunda savaşan Kürtleri mi yazacaksınız imparatorluk yıkılırken bizimde bir parça yerimiz olsun diyen feodal beyleri mi? Kürt kökenli mütefekkir Babanzade Ahmet Naim’i hangi haneye yazacaksınız veya Süleyman Nazif’i, Ziya Gökalp’i. Abdurrahim Zapsu Büyük Doğu’yu seçmiştir. Abdullah Cevdet, Atatürk’ü seçmiştir. Said Nursi rejimle problemli olsa da Türklerle birlikte olmayı seçmiştir, bugün onun başı çeken haleflerinden hangisi Kürttür. Kala kala size bir Musa Anter kalır, o da hatıralarından size Süleyman Nazif’in mezarı taşınmak için açılırken nasıl tekmelediğini ve altın dişinin düşünce işçiler tarafından nasıl alındığını anlatır. Keşke takdir edilecek şeyler yazmamış olsa da haksız yere öldürülüp hakkı aranılacak kişi olma durumunda olmasaydı. Geldik sonuca PKK ve onun siyasal uzantısı BDP nin tarihi de bu tarihe eklemlenmek durumunda olacaktır.

Tartışmalar yel gibi olunca biz de gördüklerimizi karıştırıyor olabiliriz.Kusura bakmayın.

Ahmet Gezgin

– Haber Lotus –

HLotus

2 thoughts on “Önce Ergenekon’dan çıkış, Sonra Muhteşem Yüzyıl, Osmanlı Resmi Dili ve Kürtçe Eğitimi Üzerine

  1. Ahmet bey yazınıza üçüncü şahısları da katmışsınız..İyi..Katın da benimle Hayati Yumurtacı’yı karşı karşıya getirme çabanız nafile…Hayati Yumurtacı sizin pencerenizden bakan ve muhtemelen sizin yakın arkadaşlarınızdan biri diye zannediyorum.. Ama o benimle boy ölçüşemez…Bu son yazınız da maalesef çok sorunlu… Neresinden tutsam elimde kalıyor…Ankara’da hava soğuk, yazı iyice içimi soğuttu, buz tuttum.. Bu mu Türkiye’de yazı yazmak, bu mu fikir ve tefekkür? Değil!

  2. yahu başlıkta kürtçe eğitim yazmışsın bari başlığına saygı duy ve biraz kürtçe eğitim üzerine yaz ifadenden de belirtiğin gibi Kelime fakirliğimizden dolayı da mecburen buna fikir diyorum demişsin tarih metodolijisi üzerinde çalışan bilirler toplumların tarihini öteleyemzsin kürtler uluslaşınca onlkarda tarihsel ayıklamaya başvuracaklardır tüm dünyada olduğu gibi.burada eleştirmemiz gereken insanlık tarihinde bazı kavimlerin neden putlaştırıldığıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.