Ana Sayfa > Köşe Yazıları > Sahi Onların Öyküsünü Kim Yazdı?

Sahi Onların Öyküsünü Kim Yazdı?

Sevgiyle başlıyordu hani her şey? Madem böyle başlıyor neden sonu nefretle ve ölümle bitiyor? Kim açıklayacak; bana, bize bunu… Ben ölmedim! Ölmediği için diğer ölenlere karşı utanç duyar mı insan? Onlar da benim çektiklerimin -belki de- daha fazlasını çektiler. Neden mi sesleri çıkmadı? Hayır yanılıyorsunuz, onlar çığlık kıyamet gittiler ölüme… Bağırdılar, haykırdılar, yalvardılar, ellerinden ne geliyorsa yaptılar ama hiçbirimiz duymadık seslerini…

Kimisi evinde, sıcak yuvasında kimisi sokakta kimisi insanların içinde kalabalıklarda kimisi de -en fenası da bu olsa gerek- çocuklarının gözü önünde her yerde verdiler son nefeslerini… Hem de sanki öylesine alelade bir şey oluyormuşçasına… Dönüp bakmadık bile… Atalarımıza sığındık belki de… Kim bilir… “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” dedik…  Evet, bu kadar umursamaz bu kadar adi olduk… Ölen biz değildik nasıl olsa! Öldüren de bizden değildi… Bir iki “tu kaka” dedik geçip gittik… İşte bu kadar insanlığımızdan uzaklaştık… Sen, evet sen -okuyan- bakma öyle sen de aynısını yaptın… Hiç bilmedik onlar neler yaşadı? Neler hissetti?

İşte sizinle bundan sonra biraz onları konuşmak istiyorum. Belki bir ses, bir nefes olurum… Ne kadar ironik değil mi? Ölene nefes olmaya çalışmak…

Kimseyle konuşamaz olmuştum artık… Şimdi rahat rahat anlatıyorum derdimi. Geldiğim yerde onun varlığının olmaması beni rahatlatıyor. Allah vere de biri öldürmese onu diyorum. Bari burada rahat edeyim. En çok da çocuklarımı özlüyorum tabii. Bensiz ne yaptılar, anaları ölünce nasıl yıkıldılar? Hadi büyüğü kendini kurtarmıştı da küçüğü ne yaptı acaba? En çok da özlem var kirpiklerimde ama artık ölüm korkusu yok…

Öldüm ben… Öldüğüne sevinir mi insan? O da oluyormuş…  Ne kadar da severek evlenmiştim. Bilemedim… BİLEMEZDİM… Bir gün sevdiğim adamın bir canavara dönüşeceğini ve her şeye rağmen beni evladımın önünde acımasızca öldüreceğini bilemezdim. Nereden bileyim? İlk aşkımdı o, daha önce kimseyi bilmemiştim. Aşk nedir onda görmüştüm. Ben Aygül… Hayatım adımın tersi ilerledi. Hem karanlık oldu hem de hiç gülemedim.

Lisenin son sınıfı tanıştık, âşık olduk birbirimize. Ben zaten daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Okul çıkışı her zaman kapı önünde birileri olurdu. Kız meslek lisesine gidiyordum. Bakmayın kız kıza okuduğumuza her zaman bir erkek muhabbeti olurdu aramızda ama ben pek katılmazdım. Zaten her zaman ufak tefek bir çocuktum. Lisenin sonuna gelmiştik ama ben hâlâ yaşıtlarımdan küçük bir kızdım. Diğer kızların yanında kendimi her zaman daha çirkin hissederdim. E öyle olduğunu düşündüğüm için de bırakın bir erkek arkadaş edinmeyi lafı bile beni utandırırdı. Ben de kendimce bir savunma olarak erkek gibi bir kızmış gibi davranır ve sevgilisi olan kızlarla dalga geçerek bu açığımı bir şekilde kapatmaya çalışırdım.

Okul çıkışları bizim okula yakın olan erkek lisesinden çıkan çocuklar bizim okulun kapısına dikilirler kızlar da çıkar çıkmaz onlarla el ele otobüs durağına kadar yürürlerdi. Yine bir gün okuldan çıkmıştık ve en yakın arkadaşımın erkek arkadaşı bu sefer yanında biriyle gelmişti. Meğerse daha önceden geldiklerinde görmüş beni. Nigar; arkadaşının benim için geldiğini söylediğinde kulağımdan ayak parmağıma kadar kızarmıştım ama her zamanki korumacı içgüdümle bağıra çağıra oradan uzaklaştım. Ben kaçacağını düşünürken benim bu hâlim daha çok hoşuna gitmiş. Bir süre daha gelip gitti okul çıkışına, ben de bir süre sonra bu durumu kabullenmeye başladım. Çok yakışıklıydı bir kere. Benim gibi çiroz bir kızla ne işi olurdu? Bütün kızlar onu görünce bir daha bakıyorlardı ama o bana takmıştı ve sadece benim için geliyordu. Sonradan öğrenecek olduğum takıntılı biri olduğunu o zaman nereden bilebilirdim ki? BİLEMEZDİM…

Daha önce hiç sevgilisi olmamış ben; ağzım açık âşık oluvermiştim. Okul bittiğinde üniversiteye devam edip öğretmen olmak istiyordum. Kendimi nikâh masasında buldum. O zaman o kadar deli âşıktım ki evlendiğim gerçeği ile ancak nikâh gecesi yüzleşebildim. Gözüm ondan başkasını görmüyordu. Annemin yalvarırken attığı ağlamaklı çığlıklar şimdi kulaklarımda çınlıyor ama neye yarar? İlk kavgamızı nikâhtan hemen sonra oracıkta yaptık. Kıskanç olduğunu düşünmüyordum o âna kadar. Tamam biraz sahipleniciydi ama kıskanç değildi. Bu kadarı da benim hoşuma gidiyordu ama insan evlendiği günde de müstakbel karısını nikâh memurundan kıskanmazdı herhâlde. Evet, el bebek gül bebek büyümemiştim ama kimseden de bir tokat bile yememiştim. Ama “elin adamı yapar işte” dedi bir arkadaşım. Yapmıştı hem de en mutlu olmamız gereken günde.

Çok tuhaf şeyler hissettim, bir türlü adını koyamadığım hisler… Evet, böyle bir şeye kesinlikle izin vermemem gerekiyordu ama şimdiki aklımla bunları söyleyebiliyorum. O zamanlar acaba mı, dedim, ben mi hatalıydım? Bunları dedim maalesef. O gün bu yaptığından sonra özür diledi. Ben de zaten körkütük âşıktım, özrünü hemen kabul ettim. İlk günlerimiz güzeldi. Ben bütün gün evde ona ne pişireceğim diye düşünüp hazırlıklar yapıyordum. O ya eve gelirken ihtiyaçları alıyor ya da beraber almaya gidiyorduk. Bütün bunları kibarlığından değil de kıskançlık ve kontrol altında tutmak için yaptığını çok sonraları öğrenecektim. Çok kısa sürede ilk çocuğuma hamile kaldığımı öğrendim. Mutluluğumuz giderek katlanıyordu. Arada küçük tartışmalar yaşıyorduk ama bunlar bütün evliliklerde olabilirdi (?) ya da ben en azından öyle düşünüyordum. İkinci tokadımı kontrol için hastaneye gittiğimiz gün yedim. Zaten tek başıma gitmem mümkün değildi. Birlikte gittiğimizde beni muayene edecek doktorun erkek olduğunu öğrendiğinde gözlerindeki o kızgın ateşi gördüm. Dışarıya karşı inanılmaz kibar biri olduğundan orada hiçbir şey söylemedi ama eve geldiğimizde kıyamet koptu. Doktor randevusunu ben almıştım ve ona doktorun erkek olduğunu söylememiştim. İşte o gün yediğim tokatla beraber hakaretler de sıralanmaya başladı. Ne orospuluğum kaldı ne de kevaşeliğim.

Tabii ki bütün bunlara katlanacak değildim. Hemen annemlere gitmek istedim. Annemleri aramak için telefonu almamla elimden alıp fırlatması bir oldu ve kapıyı kilitleyip dışarı çıktı. Ağlamaktan bir süre kendime gelemedim. Sonra balkona çıkıp yan komşulara seslendim. Bir süre seslendim ama evde yoklardı, bu arada benim kararlı duruşum yavaş yavaş yerini korkuya bıraktı. Yavaşça eve girdim ve ağlamaya devam ettim. Düşünüyordum: Evet, kocam biraz sinirli biriydi ama ya çocuğum ne olacaktı? Babasız mı büyüyecekti… Bütün bunları düşünürken hamileliğin de etkisiyle uyuyakalmışım. Küçük bir öpücükle uyandım. Gözlerimi açtığımda burnumun dibinde kocaman bir buket duruyordu. Dizlerinin üzerine eğilmiş sanki yavru bir köpek gibi sevimli ve masum bakıyor ve özür diliyordu. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Aklım çok karışıktı. Kızmak istiyordum ama yaptıklarıyla hemen affetmemi sağlıyordu. Dengesiz olduğunu, benim de aklımla oynadığını bilemedim… BİLEMEZDİM…

Uzunca bir süre böyle devam ettik. Sanki bir ritüel gibiydi. Önce kırıp döküyor daha sonra da pahalı hediyelerle gönlümü alıyordu. Bu sırada ikinci çocuğum dünyaya geldi. Harala gürele de yıllar nasıl geçti anlamadım. Ben yoktum. Onun malı ve çocuklarımın annesiydim. Artık kendimi yaşamak istiyordum, bir birey olarak Aygül neden hoşlanırdı, bu hayatta ne yapmak istiyordu? Böyle mi devam edecekti yoksa hayatında birazcık olsun mutlu mu olmak istiyordu? Bütün bunları düşünürken bir karar aldım. İkinci çocukta okula başladığında artık çalışacaktım, çalışmak istiyordum. Tabii ki ben istedim ona söylemek o kadar da kolay değildi ve olmayacaktı da ama çok kararlıydım ve ne olursa olsun bunu yapacaktım. Uzun zamandır her şey o kadar sıradandı ki akşam olunca yemek yenir, maç izlenir ve yatılırdı. Konuşmaya karar verdiğimde özenli yemekler yaptım. Zaten eve geldiğinde neler olduğunu sorup bir şeyler karıştırdığımı anlamıştı bile. Bense ona olabildiğince sevimli görünmeye çalışıyordum. Yemekler yendi, çocuklar yattı ve o televizyon karşısındayken karşısına geçtim ve konuşmak istediğim bir şey olduğunu söyledim. Uzun zamandır ilk defa beni karşısında bu kadar kararlı görüyordu, önce şaşırdı sonra söylemedikçe yavaş yavaş sinirlenmeye başladı ama ben de pat diye söyleyemiyordum. Ben söyleyemedikçe de öfkesi artıyordu. Gecenin sonunun dayakla biteceğini biliyordum ama ne olursa olsun söyleyecektim.

Karşısına geçtim… Derin bir nefes aldım… Ve bir işe girmek istediğimi söyledim. Daha lafımın bitmesini bile beklemeden indirdi suratıma yumruğu… Artık hiç çekinmeden yüzüme vuruyordu. Çünkü biliyordu ki onun yaptığından ben utanacak ve morluklar geçene kadar sokağa çıkamayacaktım. Ama bu sefer öyle olmayacaktı çünkü çok kararlıydım. “Ne yaparsan yap bu sefer beni vazgeçiremeyeceksin.” dedim. Bu defa da karşıma geçmiş dalga geçer gibi kahkaha atmaya başladı. Evde çocuklar varken o kadar çok bu kavga sahneleri yaşanmıştı ki… Onlar duymadan o bana vurabiliyor ben de onlar duymadan sessizce dayağımı yiyebiliyordum. Canıma o kadar yetmişti ki bu sefer ben bağırmaya başladım. Çocukların duyması bile umurumda değildi.  Ben bağırdıkça o sesimi kesmek için daha şiddetli vuruyordu. Bir an bizden daha yüksek bir ses duydum. “Yeterrrrrr” diye bağıran kapıdaki büyük oğlumdu. O bir taraftan ağlarken ben bir taraftan bir şey olmadığını söylüyordum. Ben yetmedim bu sefer de çocuğa bulaştı. “Ne o ananız sizi de mi örgütledi?” dedi. Çocuk kendini kaybetmişçesine babasının üstüne doğru yürüdü. Her ne kadar delikanlı olma yolundaysa da tabii ki babasına gücü yetmedi. Bir yumruk da o yedi.

Ben bu sefer oğluma bir şey yapmasın diye ayaklarına kapanıp yalvarmaya başladım. Birden onu da beni de iki tarafa fırlatıp hızlıca salondan çıktı. Oğlumu kollarıma aldım sakinleştirmeye çalıştım. O sırada evin kapısının kapanmasını bekliyordum ama evden çıkmadı. Mutfaktan sesler gelmeye başladı. Bir taraftan bir şeyleri fırlatıyor bir taraftan da küfür ediyordu. Bir sessizlik oldu sonra salonun kapısında belirdi. Elinde parlayan bıçağı gördüğümde gözlerime inanamadım. Hâlâ küfür etmeye devam ediyordu. Birden yerimden fırlayıp oğlumu arkama saklamaya çalıştım ama ne yapsam faydasızdı. Ani bir hamle yapıp beni kolunun altına aldı ve bıçağı boynuma dayadı, bana ne yaparsa yapsın oğluma dokunmaması için yalvarıyordum.

O, bir saniye bile düşünmeden boynuma büyük bir kesik attı. Boynumdan sıcak… sıcak bir şeyler akmaya başladı. Bütün bunlar yaşanırken oğlum donakalmıştı. Ölürken düşündüğüm tek şey, iyi ki onun donakalmış olmasıydı. Ya o da babasına karşı gelmeye çalışsaydı da onu da öldürseydi. Oğlumla göz göze ölüme gittim.

Sevgiyle başlıyordu hani her şey? Madem öyle başlıyor neden nefretle ve ölümle bitiyor?

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.