Ana Sayfa > Gündem > Anadolu’nun Üç Kurucusu

Anadolu’nun Üç Kurucusu

Türkiye’ye ait bir siyaset tarzı var ki, Anadolu’nun bin yıllık tarihini o kurmuştur. Müslümanlar, Allah Resulü (asv)’nün vefatından sonra bütün ümmeti idare eden fazıl yöneticiler aradılar. Bu konuda Hz. Ali (ra) ile Hz. Muviye çatıştı.  Müslüman toplum da şu soruyla baş başa kaldı: Hz. Ali (ra) önderliğindeki kanaat toplumu mu; Muaviye önderliğindeki servet toplumu mu? Medine’yi kuran ilk Müslümanların fetihlerle büyüyen toplumda azınlıkta kalmalarıyla servete vurgu yapan tabakaların oluşması kaçınılmazdı. Bu çerçevede fazıl adamların hızla iktidardan uzaklaşmaları ve “güçlü” adamların iktidarı yeniden yorumlamaları birbirini tetikleyen iki tavır haline dönüştü. Hz. Ali (ra) ve Hz. Hüseyin (ra)’in şehadeti sonrası ashab ve tabiinden ilim sahibi olanlar iktidar talebinden uzaklaştılar ve imamet kavramını yeniden biçimlendirdiler. Zühd ile hareket ettiler, servetin birikmesinden haz etmediler. Buna göre görünüşte toplumu yöneten, ama dinle irtibatı yer yer dünyevileşmiş hedeflere istinad eden, seküler bir “emir” vardı. Ancak bir de halkın içinde, bürokrasiden müstakil, dini meseleler hakkında hüküm vererek halka imamet eden müçtehit önderler vardı ki, işte onlar asıl “yöneten” kesimi temsil etmekteydi.

Fazıl Medine için “reis” i merkeze oturtuyordu. Farabi, Abbasi Devletinin parçalandığı ve şehirlerin müstakil devletler haline geldiği dönemde yaşadığı için onun “fazıl yöneticisi”, parçalanmış  toplumlar içinde “asabiyet” başlatan “hakîm- ahlâklı- yiğit” önderlikleri temel almaktaydı. O, ideolojisini ortaya koyan ve o ideoloji ile toplumsal bağları kurmaya muvaffak olan bir önderliğin fazıl şehirlerin kurucu reisi olmasını meşru kılmıştır. Dolayısıyla Farabi’de  bütün toplumu saran “tek halife” kavramının tahakkukunun fiili imkanları kalmamıştı: Fiili durum, değişik isim ve toplumsal yapılar halinde teşkilatlanmış bir yığın devletçiğin insan ve toprak üstünde egemenliği idi. Farabi, mecburen Fazıl yönetici kavramını değiştirdi:  “aynı anda birden çok halife olabileceği fikri”ne onay verdi. “Farabi, tüm şartlar bir adamda tamamlanamayınca yönetenin birden fazla olabileceğine hüküm verirken kendi dönemini anlatıyordu! Zira Farabi döneminde dini otorite Bağdat’ ta ikamet eden halifenin elindeydi. Ama zamanın otoritesi memleketin diğer yörelerine egemen olan emir ve sultanların elindeydi” (el- CABİRÎ Muhammed Âbid, Felsefi Mirasımız ve Biz, Kitabevi, 2000: 91).

Gazali’ye gelince O, Hz. Ali (ra) ayarında yönetici bulmanın muhal olduğunu anlayınca bürokrasinin ahlâklı, bilgili, dürüst memurlarla teşekkül etmesinin; toplumu yıkan kaosu ber taraf edeceğini düşünmüştür. O dönemin radikal akımlarına karşı yapılacak olan şey yöneticilerin adaleti tesis etmesiydi. Adalet ile, halk da muti olacaktı. Farabi’nin 950 ve Gazali’nin 1111’de vefat ettikleri hatırlanırsa bu dönemde Abbasi egemenliği sarsılmakta ve Haçlı Seferleri toplumu tehdit etmekte idi. Fatımî devletinin propagandacıları Şiîliğin nüfuz alanını genişletmekteydi. Sünni mezhepler de birbiriyle çatışmaktadır. Gazali, Nizamü’l- Mülk medreseleri vesilesiyle belki hükümdar değil ama hükümdar ile halk arasında ahlâki kaygıları olan bir bürokrasinin inşasına çalıştı: “Kişi kamu vazifesiyle halka menfaat sağlıyorsa ona, ‘vazifeni icra et ve nefsinle mücadele et’ deriz. Eğer o kişi vazifeyi terk ederse, ondan başka o vazifeyi yapan olmadığı için halk helak olur (…) Halkın dininin selameti, o kişinin dininin selametinden yeğdir. Biz onu halka feda ederiz. Resul onun hakkında şöyle buyurmuştur: Allah bu dini dinde nasibi olmayan bir takım kimselerle teyid eder” (GAZALİ, İhya , Müftüoğlu Tercümesi, c: 6, s: 292). Dolayısıyla Osmanlı’da seküler yöneticileri ikaz eden, onları hukuk ile tahdid eden yani sınırlayan ahlâk bürokrasisinin temelinde Gazali vardır, denebilir. Osmanlı siyaseti, halkın zeki, ahlâklı, sağlıklı, hal ve surette seçkin çocuklarını yönetime çekmişti.

Ancak halkın da ahlâk ve görev alanını tanzim eden, üretim ve ticareti yönlendiren, şehri imar eden fıkhı üreten müçtehitleri vardı. Ebu Hanife, fakih- tacir profiliyle halk tarafında kalarak ahlâk esaslı üretim, helal kazanç, fiyat istikrarı, emtia kalitesi, aylaklıktan muhafaza, gücü yeten her kesin elinin emeğini yemesi, geniş pazar, geçimlik iktisadı, meşk usulüyle bilginin çırağa verilmesi, Vakıf- Lonca- Mahalle biçiminde örgütlenerek şehri imar ve ıslah etme, burjuvalaşmadan koruyucu sıkı cemaatçilik, toplumun kendi ihtiyaçlarını üretmesi (üretmediği eşyaya talip olmaması), dindar yaşam oluşturma, vs. gibi bir dizi ahlâki hedefe yönelmişti. Fütüvvet, ahilik, Bayramilik bu damardan beslenmiştir.

Farabi’nin yöneticileri, Gazali’nin bürokrasiyi ve Ebu Hanife’nin de halkı (üretim ve ticareti) temel alarak geliştirdiği fikirlerin birleşiminden Osmanlı doğdu. Modern zamanları inşada İslam’ın etkisi bu üç çizginin birleşimi hedefinden doğacaktır. Ancak günümüzde bu üç çizginin de temsil kabiliyetine sahip olmadığı söylenmelidir.

Lütfi Bergen

– Haber Lotus –

HLotus

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.