Cahit Zarifoğlu, “Artık Evimize Dönüyoruz” başlıklı yazısında, şöyle bir tespitte bulunuyor: “Müslümanlar, iki yüz yıldır, evindeki bir huzursuzluktan dolayı sokaklarda dolaşan bir çocuk gibi.”
İki yüz yıldır sokaklarda dolaşan çocuğun bu zaman zarfında yaşadığı halet-i ruhiyeyi Nurettin Topçu şu şekilde izah ediyor: “Ben seni uzaklarda ararken, sen kendi evimde idin.”
Kimdir Mevlâna? Radi Fiş’in dediği gibi çağının bütün ihtiyaçlarına vâkıf eşsiz insan sevgisiyle meşhur bir Ahî hümanisti mi? Panayatopulos’un iddiasıyla, hiçbir dine bağlanmamış, dinler üstü bir aşk anlayışına sahip, Allah’a kulluk edip etmemeye bakmasızın mutlak sessizliğin peşinde koşan bir gönül adamı mı? William Sittick yorumuyla, tenasuh, hulûl, tecessüm gibi Allah’ı yeryüzüne indiren Hristiyan keşişlerinin hallerine sahip bir Panteist mi? “Tanrı sükûttur” diyen Yajnavilkaya’nın yoğrulduğu ve “Tanrıyı ne arıyorsun? Tanrı sensin” ilhamıyla Nirvana’ya ulaşmış bir Nihilist mi? Yoksa Allah’a ulaşmak için dünyadan uzak durmayı öğütleyen bir “Mistik” mi?
Canı sıkılıp ruhu daraldığında, kendini Meram bağlarının yemyeşil sularına bırakan bir adam; Mevlâna. “Anlatamıyorum, anlamıyorlar, anlamayacaklar.”
Mevlâna’nın kim olduğu ve ne anlattığı konusundaki tüm şüphe ve tereddütler, bizzat onunla alakalı değil, bilfiil bütün makam ve halleriyle yaşadığı tasavvufa dair bakış ve anlayışlara matuftur. Bu konudaki temel çıkmaz şudur; Tasavvuf Kur’ân ve sünnete dayalı bir İslam anlayışı mıdır? Yoksa Antik Yunan Felsefesi ve Budist öğretileri karıştırılarak sentez halinde sonradan ortaya çıkarılmış bir bid’at mıdır? İşte burası meselenin kırılma noktası. Ehline helaldir la ehle haram; tasavvuf.
Herkese hakkını iade etmeli. Hudeybiye Antlaşması’nda Amr Oğlu Süheyl’in “Allah Rasulü Muhammed” ibaresine yaptığı itirazı hatırlayalım: “eğer biz, senin Allah Rasulü olduğunu kabul etseydik, bütün bunlara gerek kalmazdı.” Amr oğlu Süheyl’in itirazı, keyfiyet itibariyle, aynen Mevlâna aleyhinde düşünenler için geçerli bir haktır; “Eğer biz tasavvufun İslam anlayışı olduğunu kabul etseydik, Mevlâna hakkında bunların konuşulmasına gerek kalmazdı.”
Hüküm koymak, tanımlamak ve yargılamak üstün olanın hakkdır. İnanmak ise üstünlük için geçerli bir imtiyazdır. Müslümanların Mevlâna’nın kim olduğunu ne ve ne söylediğini anlamaları için, R. A. Nicholson, Louis Massignon, Goldhizer gibi müsteşriklere ihtiyaç duyması, kendi evine uğramayan çocuğa, başka mahalle çocuklarının evde gördüklerini anlatmasından ibarettir.
Bu ülkede Mevlâna deyince akla Abdülbaki Gölpınarlı gelir ki bu adam, eserleri için Cemil Meriç’in bile “haysiyetsiz ve sığ” yorumunu yaptığı biridir. Peygamberi safdışı bırakılmış bir İslam portresi çizmeye çalışan, yaşadığı devirde, Türkçenin içindeki Osmanlı ve Selçuklu mirasını (konjonktüre uyarak) yok etmek amacıyla “Öztürkçe”nin bütün zehrini Mevlâna tercümelerine serpiştiren bu şahıs, bununla da kalmayıp, Mevlâna’nın dinler üstü bir sevgi anlayışına sahip bir İslam Hümanisti” olarak bilinmesinde rol oynamaktan da geri durmamıştır.
“Güneşin varlığına delil yine güneştir” der Mevlâna. “Denizi anlatanları görürsün. Herkes gördüğü kadar anlatır. Biri bir özelliğini, diğeri başka bir özelliğini. Ancak hiç kimse tam anlatmış değildir. Hepsi eksik kalır. Madem öyledir, o halde sus. Bırak denizin hikâyesini deniz anlatsın.”
Sokaklarda dolaşan çocuk! Çok güzeller gördün, çok hikâyeler dinledin, ama artık dön.
“Eve dön, kalbine dön, şarkıya dön.”
Ekrem Özdemir
– Haber Lotus –
HLotus
makaleni arama motorunda Hz.Mevlanıyı ararken buldum yazını iyi incelemeye çalıştım ama bir sonuca varamadım yani mevlana müslüman mı sonuç ? bence sonuç şu kardeşim sen hiç yaradana aşık oldun mu eğer olduysan ki olmadığın belli olsaydın bu yazıyı yazmazdın demek ki aşık olmayınca mecnunun halinden anlayamazsın…
bir şeyler yazmışsın ama ne demek istediğini anlatamamışsın.Suyu bulandırmaya çalışmaktan başka gayretin yok.Dedeğin gibi tasavvuf adamı olsaydın bu kadar çelişkiye düşmezdin
S.a. değerli ziyaretçiler.
Gerçekten hiç kimsenin böyle bir cümleyi aramayacağını herkes bilir ki bu yazıya yorum yapmak bile abestir. Mevlana Celaleddin i Rumi hazretlerinin yaşantısı tasavvuf üzerineydi evet. Tasavvuf u anlamadan önce İslamı anlayıp yaşamak lazım. İslamı anlamadan bilmeden tasavvufla alakalı herhangi bir fikir yürütmeleri komik ve saçmalık ötesi bişeydir. İslamı zaten yaşayanlara AŞK ı anlatmak istemiştir. Mevlana AŞK ı Yaratan’ın AŞKıyla yanan bi yürektir. Tasavvuf AŞK’tır. AŞK ı anlamak herkesin harcı değildir. Mevlana Hz.lerinin derdi de budur o kadar. AŞKı aramaktır AŞK. Kimse bu konuyu uzatmasın. Bu sayfa da internette bulunan en gereksiz sayfadır 🙂