2010 yılında kadın istihdamını artırmak amacıyla “Kadın İstihdamının Artırılması ve Fırsat Eşitliğinin Sağlanması” konulu Başbakanlık Genelgesi yayınlandı. Genelge’de “kadınların sosyo-ekonomik konumlarının güçlendirilmesi, toplumsal yaşamda kadın erkek eşitliğinin sağlanması, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve sosyal kalkınma amaçlarına ulaşılabilmesi için kadınların istihdamının artırılması ve eşit işe eşit ücret imkânının sağlanması şarttır” ifadelerine yer verilmişti. Genelge’nin 12. Maddesi’nde “Çalışma yaşamına ilişkin istatistikler cinsiyet temelinde toplanacaktır. Ayrıca ev eksenli çalışan kadınlara ilişkin düzenli ve sistemli istatistikler toplanacak, araştırmalar yapılacaktır” denilmektedir. Genelge’nin 2, 3, 4, 5, 6, 7. Maddelerinde açıkça istihdamda “kadın erkek eşitliği” kavramına vurgu yapılmaktadır. Kadın ve erkeğin “zorla” eşitlenmesi mevzuatta kendine alan açmaktadır.
Her şeye rağmen bir toplumda kadınlar çalışmak, ekonomik bağımsızlıklarına sahip olmak ve helal dairesinde emek-ücret ilişkisini kurmak isterse buna “hayır!” demek çok da mümkün görünmemektedir. Böylesi bir “hayır!” beyanının karşısına Hz. Hatice (ra)’nin holding sahipliği, Hz. Aişe (ra)’nin muhtesipliği çıkartılabilecektir. Musa (as)’nın Mısır’dan kaçtıktan sonra karşılaştığı çoban kızları [ki birisiyle daha sonra evlenecektir] da “çalışan kadın” fikrini desteklemek için örnek gösterilebilir. Kadının çalışması için engel görünmemektedir. Kur’an ve Sünnet’te de delil vardır.
Bu delaleti kabul ettikten sonra başka bir şekilde okuma yapmanın da mümkünleri üzerinde düşünelim. Hz. Hatice (ra) günümüzde kimilerince “holding sahibesi” şeklinde nitelendirilmekle birlikte işlerini çevirmesi için Hz. Peygamber (asv)’e başvurmuş ve onunla evlenmiştir. Çoban kızlar da işleri çekip çevirememekteydiler. Çünkü su kenarına sürülerini getirememiş ve Musa (as)’dan yardım istemişlerdi. Nitekim bir süre sonra işleri mehir karşılığı Hz. Musa (as) üstlendi ve o işte tam on yıl emek sarfetti. Hz. Aişe (ra)’ye gelince onun siyasi işlere katılımının sonuçlarından muzdarip olduğu ve en sonunda Cemel vakıasında siyasi kimliğini terkettiğini biliyoruz. Bir kraliçe olan Belkıs dahi Hz. Süleyman (as)’ın hakimiyetine girdi. Havva da Âdem (as)’den yaratılmıştır. İbrahim’in Kabe kenarında bıraktığı Hacer’in yanında İsmail (as) vardı ve Kabe’yi de babasıyla o inşa etmişti. Kadının çalışması ile ilgili delillendirmelerin varacağı bir sonuç yoktur. Ayrıca benim de “kadın dört duvar arasında otursun” iddiam bulunmamaktadır. Kadının nerede, ne kadar, nasıl çalışacağı mevzuu toplumun kendi ihtiyaçlarının belirleyebileceği bir konudur. Bir siyasetin kadın istihdamını “toplumsal yaşamda kadın erkek eşitliğinin sağlanması” nazarından ele alması sıkıntılı süreçleri tetikler, beklenmedik sonuçlara yol açar.
Nitekim Türkiye’de uzun bir süreden beri Başbakan tarafından ailelerin “üç çocuk” sahibi olması talep edilmekte. Bu talep 21.01.2013 tarihinde medyaya yansıyan haberlere göre güncellendi. “Üç çocuk da yetmeyecek beş çocuk lazım. Ekonominin sırrı insandır, insan varsa emek var, üretim var, yatırım var” denildi. Türkiye nüfusunu hızla kaybediyor.
Avrupa Birliği ülkelerinde nüfusun azalmaya başladığından bahsediliyor. Bu konuda yapılmış birçok araştırma bulunuyor. Bazı raporlarda şu söyleniyor: “Gelişmişlik düzeyinin korunması için kadın başına en az 2,1 çocuk olması gerekiyor.” Oysa Avrupa ülkelerinde Fransa, İrlanda, İzlanda dışında bu oran ortalama 1,5 düzeyinde duruyor. Nüfusun ilerlemesinin durması demek önüne geçilemez “yaşlı sorunu” demektir. Tek bir örnek vereceğim: İtalya’nın 1960’lardaki yaşlı sayısı nüfusun % 10’u düzeyinde iken 2000’li yıllarda % 20 düzeyine yükselmiştir. Nüfusun azalması ve yaşlanması bu ülkelerde “yaşlı bakımı” problemi ortaya çıkarmaktadır. Yaşlanan nüfus için devletin yaşlı bakımına çok yüksek ödenekler ayırması gerekmektedir. Ayrıca yaşlı bakımı oldukça zor ve meşakkatli bir meslek olduğu için “yerli nüfus” tarafından tercih edilmiyor. Göçmen işçi getirmek gerekiyor. Avrupa’nın göçmenlerle de başı belada. Çünkü göçmen işçiler bu ülkelerde bir “külfet” olarak görülüyor. Bir taraftan kendilerinin yapmadığı “kirli iş”e göçmen istihdamı isteniyor ve diğer taraftan ödenen bedelle elden gidenler yüzünden “yabancı düşmanlığı” duyguları üretiliyor. Aslında bu sıkıntı, ödenen ücretlerin bir üretim karşılığı olmamasından kaynaklanıyor. İkinci bir husus da göçmenlerin kendi ülkelerinin kalkınmasına paralel olarak geri dönmeleri ile ortaya çıkan istihdam açığıdır. Yetiştirdiğiniz (dil, eğitim, kültür, vs.) personeli günün birinde kaybediyorsunuz ve yerine maliyetli olan yeni bir göçmen kuşağı koymak zorunda kalıyorsunuz. Para kaybediyorsunuz. Türkiye 1970’lerde yaklaşık 700 milyon dolarlık ihracat yaparken işçilerin gönderdiği döviz miktarı 800 milyon dolar sınırını zorluyordu. Dolayısıyla Türkiye’nin sadece Avrupa’ya sattığı “işçilik”, tüm dünyaya sattığı mamül-hammadde bedelinden fazla idi. Yabancı düşmanlığının zihni temelleri yadırgatıcı görünmemektedir. Türkiye nüfusunu kaybettiği takdirde benzer sorunlarla karşılaşacak. Başbakan’ın “üç çocuk, beş çocuk” telaffuzunu bu yönden okumak gerekir. Ayrıca alttan gelen ve prim ödeyen bir genç nüfus olmalı ki, yaşlıların emekli maaşları ile bakım masrafları ödenebilsin. Türkiye’nin yakın geçmişinde mevzuat değişmesine gitmesinin en büyük sebebi Sosyal Güvenlik sisteminin iflasıydı. Sanırım burada da bir “altın oran” var: “Dört çalışan bir emekli.” Türkiye bu oranı tutturmakta zorlanıyor. Bunun nüfus ile karşılanması gerekiyor.
Bu gerçekler ışığında Başbakanlık Genelgesi [Kadın İstihdamının Artırılması] ile Başbakan’ın “Türkiye gerçeği” gereği ifade ettiği [beş çocuk] talebi tenakuz oluşturuyor. Kadın istihdamını ve beş çocuk talebini birlikte yürütme imkânı bulunmuyor. Çünkü çocukların en az 1,5 yıl anne sütü ile beslenmeleri de ifade ediliyor. Dolayısıyla bu tablo bir kadının doğum izni ile beraber en az on yıl boyunca çalışmaması anlamına gelmektedir. Ayrıca “Hayat Boyu Eğitim” denilerek üniversiteye sevkedilen bir gençliğin 30 yaşından önce evlenebilmesi pratik olarak mümkün görünmüyor artık. Bu hesaba göre, [doğurganlık yaşı 40 olduğuna göre] kadınların işe girer girmez beş doğum yapıp maaş almaları ve evlerinde oturmaları gerekiyor. Türkiye çoğalmak ya da yaşlanmak konusunda “to be or not to be” diyeceği yol ayrımına yaklaşıyor.
Lütfi Bergen
– Haber Lotus –
HLotus